Genel

Brad Pitt’in başrolünü oynadığı 2011 yapımı MoneyBall filmini geç de olsa yeni görme fırsatım oldu.

Bu filmde Brat Pitt mevcut düzeni değiştirmek isteyen bir genel müdür rolünde. 150 yıllık baseball tarihini değiştirmek istiyor. Kısıtlı bir bütçesi var, bu kısıtlı bütçe ile en iyi oyuncuları seçme durumunda ama neye göre? Kriterler neler? Çirkin bir sevgilisi olduğundan özgüveni olmadığı sonucuna varıp bir oyuncunun takıma almama durumu bile var. Bir mindshift yani zihniyet değişimi gerekiyor.

Bu filmde ilgimi çeken 2 nokta oldu;

  1. Değişimin kendisi (yazının konusu)
  2. Verilere dayalı karar verme yaklaşımı (başka bir yazının konusu olacak)

Günümüzde birçok işletmenin de karşılaştığı problem bu aslında – değişim. Değişmeleri gerektiği konusunda herkes hemfikir ama neden değişecekler, değişimi kim lead edecek, prensipler ne olacak, değiştiklerini nasıl anlayacaklar? Belki de en önemlisi değişime direnç gösterenleri ne yapacaklar, ne kadar sabırlı olacaklar, değişimi nasıl yönetecekler?


Continue Reading

Genel

Kontratiev teorisine göre zaman içinde dünya ekonomisindeki iktisadi dalgalanmalar

İlginçtir Kontratiev dalgaları kavramının varlığından ilk kez doktora yeterlilik sınavında sorulan bir sorudan sonra haberim oldu. Tahmin edersiniz ki, adını bile duymadığım bu kavram karşısında ne cevap vereceğimi şaşırmış, tabiri caizse zom olmuştum ..:) Neyse ki, daha sonraları bu kavramı araştırdım ve ilginç sonuçlara ulaştım ve bu yazımda da sizlere iletmeye çalışacağım.

Continue Reading

Genel

2 Nisan tarihli yazımda Apple’ın CEO’su Steve Job’tan ne kadar etkilendiğimi belirtmiş idim. Konuyu biraz daha derinlemesine araştırmayı düşünüyordum ki elime Infomag yayınlarının Steve Jobs hakkındaki kitabı geçti. Bir solukta okudum.

Kitabın derinlemesine daldıkça “acaba” sorusu beynimi kemirmeye başladı. Acaba bu adam en yakın arkadaşlarının yeteneklerini sömüren, onları deli gibi çalıştıran bir kafatası avcısı mıydı?

Continue Reading

Genel

Çevrenizdeki insanların Iphone çılgınlığını hepimiz görmüşüzdür. Uzun zaman almamak için direndim ama en sonunda merağıma yenilerek bir Iphone4 satın aldım. İlk izlenimim şunlar oldu; zarif, sağlam görünümlü biraz da entrasan.. Arka kapağı açılmıyor. SIM kartı farklı ve takabilmek için ataç benzeri bir alete ihtiyacınız var. Birlikte verilen şarj aletini aynı zamanda bilgisayarınızın USB’si üzerinden de kullanabiliyorsunuz. Üzerinde sadece ama sadece tek bir tane tuş var. Daha önceki telefonumun (Nokia E72) üzerinde tam 48 tane tuş vardı !?. Fonksiyonalite anlamında çok zengin ama kullanımı basit hem de çok basit! Sanki telefon sizin aklınızdan geçeni okuyor ve bir işlem yaparken sonraki ihtiyaç duyacağınız hamleyi/kısayolu önünüze getiriyor. (Geçmişte HTC HD2 de çektiğim bir fotoğramı e-mail ortamında gönderme sürecini çözmem tam yarım günümü almıştı) Hakikaten böyle bir makineyi tasarlayan zihniyeti takdir etmemek, arkasındaki aklı merak etmemek elde değildi. Youtube’da rastladığım videoyu sizlerle paylaşmak istedim ki, bir insanın nasıl olur da dünyayı kendisine hayran bırakacak bir ürünü tasarlarken aklından neler geçtiğini, gücünü nereden aldığını sizler de görebilesiniz.

Dikkatimi çeken en önemli özellik özgüven, ne istediğini bilen, farklı zamanlarda öğrenilmiş bilgilerialakasız yerlerde birleştirebilen, yaptığı işi çok seven ve belki de her şeyden önemlisi kadere inanan..Hayatında yaşadığı olumsuzlukları, dibe vuruşları fırsata çeviren.. Aşağıda kendisinin Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yaptığı Türkçe altyazılı 2 bölümden oluşan konuşmayı izleyebilirsiniz.

Bölüm1 (Bölüm 2’yi görebilmek için aşağıdaki “Okumaya devam et….” linkini tıklamanız gerekiyor)

Continue Reading

Genel

 2011 bütçe görüşmelerini TCMB’nin resmi internet sitesinden takip ediyorum.

 Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dediklerini dikkatle okudum. Verdiği rakamsal örnekleri çok beğendiğimi ifade etmek durumundayım. Hükümet yetkililerinin dünya, Avrupa ve Türkiye karşılaştırmalı verdiği rakamlar gerçekten çok önemli. Rakamlar asla yalan söylemiyor..

Diğer taraftan muhalefetin olaylara bakış açısı ve vermiş oldukları tepkiler komiğime gidiyor. Eleştirmekten öte elle tutulur tarafı yok kısaca ipe sapa gelmez ilkokul çocukları gibi basit yaklaşımlar, laf atmalar vs. İktidar olmak istemeyen bir muhalefet, ilginç..

Özellikle cari açık ile ilgili yapılan tespit çok önemli. Türkiye milli tasarrufları ile büyüyemeyen bir ülke, büyümesi için borç alması gerekiyor. Neden milli tasarruflar yetersiz çünkü genç nüfüs yapısı ve gelişmekte olan bir ülke..Bu tip ülkelerde şehirleşme, lüks tüketim ve dışa açılım gibi nedenlerden dolayı ithalat yüksektir. (Marjinal tasarruf eğilimi düşük)

Esas olan dışarıdan alınan borç ile içeride yapılan yatırımların marjinal getirisinin ödenen faiz miktarından fazla olmasıdır. Bu anlamda hükümetin ARGE, kalifiyeli insan (eğitim), enerji ve ulaşım alanlarında getirdiği çözümlemeler takdire şayan. Eski hükümetlerin yaptığı gibi devalüasyon yapalım, TL’nin değeri düşsün, ithalat pahalı olsun ihracat ucuz olsun, para arzını arttıralım, faizler düşsün gibi ( IS-LM eğrileri falan) Neo-Klasik iktisat teorilerinin doğrusal yaklaşımlarıyla bu işler olmuyor. Hükümet demek ki Schumpeter’in kalkınma teorisini çok iyi özümsemiş.

Continue Reading

Genel

Dün youtube’da 2008 finansal kriz ile ilgili bir film seyrettim. Hatta yetmedi bugün bir daha seyrettim. Seyrettikçe gerildim, gerildikçe endişelendim. Neye endişelendin diye sorarsanız, geleceğimiz adına endişelendim.

2008 Finansal Krizi

Birazdan sizlere yukarıdaki film ile ilgili gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım. Müzikleriyle, anlatımıyla gerçekten profesyonelce hazırlanmış. Bugün itibariyle 152,485 kişi seyretmiş.

Sözü fazla uzatmadan detaya geçelim.

Continue Reading

Genel

Bir önceki yazımızda bankaların %100 rezerv tutmasından bahsetmiş idik.

Şimdi bu konuyu inceleyecelim. Konuyu ilk olarak büyük iktisatçı Irwing Fisher 1935 yılında yayınladığı 100% Money adlı eserinde işlediğini görüyoruz.

Kitabın giriş kısmında Fisher, 1929 yılında ABD’de 23 milyar $’ı banka parası olan toplam 27 milyar $’lık para arzının nasıl oluştuğunu açıklamaktadır. 1933’e gelindiğinde para arzı 20 milyar $’a geriledi ve bunun 15 milyarı banka parasıydı. Devlet kendi para miktarını 1 milyar arttırırken, ticar bankalar borçlerını geri çağırmak suretiyle paralarının 8 milyarını yok etmişti. Kaynaklar ve çalışmaya hazır işgücü boldu ve toplum da çalışacak iş istiyordu ancak ticari işlemleri yürütecek yeterli para olmadığından milyonlarca işçi atıl kaldı.

Fisher’in en önemli argümanı bankaların para üretme fonksiyonunun kaldırılması bu işin tamamen devlet tarafından üstlenilmesiydi.

Fisher’i ortaya attığı bankcaılık yapısında 2 çeşit hesap olacaktı.

Birincisi ticari bankanın %100 rezerv tuttuğu faiz işletilmeyen vadesi mevduat olacaktı. Bu fonlar istenildiği anda çekilebilir olacak, kişilere yada devlete borç verilemeyecekti. Devamında ise çeklerin şekli de değişecekti. Bugun anladığımız şekilde kişiler sadece bloke çek keşide edebileceklerdi yani karşılığı banka tarafından %100 garanti edilmiş olacaktı.
İkincisi hesap ise bir yatırım hesabı türünde olacaktı. Yatırım hesabına yatırılan para, mevduat sahibi tarafından üzerinde anlaşılan bir vade sonuna kadar çekilemeyecekti. Bu süre, bir aracı olarak banka tarafından verilen kredinin vadesi kadar olacaktı. Para borç verildiğinden, elde edilen getiri de mevduat sahibine iletilecekti. Aynı şekilde banka kendisi için, tasarruf ve kredi işlemlerine aracılık ettiğinden katlandığı maliyetlere ilişkin bir komisyon alacaktı.

Şimdi, bu yeni (aslında eski) bankacılık önerisinin getirdiği sunuçlara bakalım.

  1. Yatırım hesaplarındaki para, mevduat sahipleri tarafından istenildiği anda çekilmeyeceğinden, bu para kendilerinin kendi satın alma faaliyetlerinde kullanılmayacaktı.
  2. Mevcut tüm yatırım hesaplarının toplamı sadece ekonomide oluşan mevcut parayla verilen toplam kredi hacmini büyütecek ve yeni para sayılmayacaktı.
  3. Vadesiz hesaplar için %100 karşılık tutulacağından bankacılık sisteminin yeni banka parası yaratması imkansız olacaktı.
  4. Kaydi para yaratılmadığından enflasyonist baskı sözkonusu olmayacaktı
  5. Mevduat kilit altına alındığından bankaların korkulu rüyası olan likidite riski otomatik olarak bertaraf edilmiş olacaktı.

Fisher önerisinde yapılacak bir yasal düzenleme ile , düzenleme öncesi banka parası arzının devlet parası arzını geçmesi durumunda , ticari bankaların istenen nakit oranlarını gerçekleştirmesini sağlayacak yeterli devlet parası yaratılacaktı.

Yeni üretilen devlet parasının ticari bankalara hangi yolla iletileceğine gelince, Fisher bu konuda da parlak bir öneri getiriyor. Devlet bu yeni yaratılmış parayı kullanarak mevcut devlet borçlarını geri alacaktır (yani borç monetize edilecektir). Milli borç nasıl banka parası üretmek suretiyle yaratıldıysa, şimdi de devlet parası üretmek suretiyle ortadan kaldırılacaktı.

Gördüğünüz üzere Fisher’in önerisi gerçekten çok entrasan. Bu öneriyi yaptığı dönemlerde Fisher’in banka lobileri ile karşılaştığı çekişmeyi tahmin etmek hiç de zor değil. Bu akıllı iktisatçıya herhalde demediklerini bırakmamışlardır. Bugünkü işleyen düzene bakıldığında karşı tarafın galip geldiği kesin.

Bizim bir önceki önerimizde bahsettiğimiz altın para sistemi bir anlamda Fisher’in önerisi ile örtüşüyor ayrıldıkları nokta ise devletin para yaratma özelliği. Neden, çünkü bizim modelimizde, devletin para yaratabilmesi için karşılığında altını olması gereklidir.

Not : Bu yazının yazımızda Tarek El Diwany’in Faiz Sorunu adlı kitabının 107-112 sayfalarından istifade edilmiştir. (İz Yayıncılık, Türkçesi Mehmet Saraç, 2008)

Genel

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, dünyanın önde gelen ekonomilerinin kur hareketlerine rehberlik etmesi için altını yeniden standart haline getirmesi çağrısı yaptı

Financial Times gazetesine bir yazı yazan Zoellick, altına bağlı dalgalı kurlar için 1971 yılında sona eren Bretton Woods sisteminden sonra, ‘Bretton Woods 2’ adında yeni bir sisteme gereksinim duyulduğunu belirtti.

Yeni sistemin dolar, euro, yen, sterlin ve yuan’ın hesaba katılarak oluşturulması gerektiğini belirten Zoellick, “Bu sistemde, piyasaların enflasyon, deflasyon ve gelecekteki kur değerlerine yönelik beklentileri için altının uluslararası bir referans olarak kullanması gerekiyor” dedi.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1945’te kurulan ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yönetilen ilk Bretton Woods sistemi, altın değerine bağlı bir kur sistemi geliştirmişti. Zoellick’in çağrısıyla alevlenen kur tartışmalarının, perşembe günü Güney Kore’deki G20 zirvesinde de devam etmesi bekleniyor..

Kaynak : http://bigpara.ekolay.net/M3/haber_detay.asp?id=729468

*************************************************************************************

Yukarıdaki haberi okuduğumda “evet budur!” dedim.

Zoellick doğru söylüyor aslında ama kendine de pay çıkartıyor. Neymiş, dolar’ın da hesaba katılması lazımmış. Doları kattık da ya diğer abiler, onlara haksızlık olmayacak mı? Tabi ki, herkes senyoraj hakkından faydalansın-o zaman euro, yen, sterlin ve yuan’ı da hesaba katalım, herkes mutlu mesud yaşasın.

Katılmadığım yer işte burası.

Bence, eğer evrensel bir para sistemi oluşturulacak ise bunun tek kaynağı altın olmalıdır. Anlamayanlar için “Au” .. (işin içine biraz da kimya katalım hehe)

Şöyle bir sistem hayal ediyorum.

Uluslararası bir altın takas ve saklama merkezi (ATSM) kuruluyor. ATSM aynı zamanda para da basıyor. Örneğin 0,01gr, 0,10gr, 1gr, 5 gr, 10gr ve 100gr altına tekabul eden banknotlar basıp belli bir ücret karşılığında kendisine altın getirenlere veriyor. (aynen

Osmanlı’daki darphaneler gibi) Bunun para birimi de AU olsun. Banknot getirip karşılığında altın almak isteyene de altın iade ediyor.

İlk etapta tüm dünya ülkeleri ellerindeki altınları ATSM’ye getirip karşılığında banknotlarını alıyorlar. Bu şekilde bir para piyasası oluşuyor, altın karşılığı banknotlar mal ve hizmetler için bir değişim aracı olarak kullanılmaya başlanıyor. Hoşgeldin universal para birimi..Tüm bireyler/ülkeler artık neyi neyin karşılığında sattığını biliyorlar. İhracat ve ithalat işlemlerinde ne satıp ne aldıklarını biliyorlar..(örneğin şu an Çin’in elinde 3 Trilyon $ var-Kaynak : http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2010/02/index.htm, Allah sabır versin-gece gündüz çalıştılar yeşil yeşil dolarları biriktirdiler-kıyaslama yapmak için belirtmek gerekirse TR’nin 2009 yılı GSYH’sı yaklaşık 617 mio $-Kaynak : TUIK)

Banknota neden ihtiyaç var diye soranlara cevabımız şudur. Altını taşıması ve saklaması kolay olmadığındandır.

Buradaki temel sorun şu: AU’yu bankaya yatırdığımızda ne olacak? Eğer Bankalar kaydi para yaratmaya devam ederse bazı paraların ATSM’de karşılığı olmayacak, bu da kaosa neden olmayacak mıdır?

Bunun cevabı da şu olacak : Buradaki kritik bir konu bankaların kaydi para yaratma fonsiyonu feshedilecektir. Bu ne demek, bankalar topladıkları fonları kredi olarak verirse, mevduat sahipleri parasını geri çekebilmek için kredinin geri ödenmesini bekleyecek diğer bir deyişle vadesinden önce parasını çekemeyecek. Yani %100 rezerv! Sermaye yeterlilik rasyosu tavana vurmuş bankalar.. Kaldıraç etkisinden faydalanamayan bankalar.. Daha az kar eden bankalar.. (Burada uzun yıllardan beridir bir sakatlık vardı, bankaların bu kadar kar elde etmeleri hiç rasyonel değildi)

Şimdi yukarıdaki önermenin dayanaklarını açıklayalım.

Neden altın?

Değerli madenlerin bir üretim maliyeti vardır. Oysa kağıt paranın üretim maliyeti yok denecek kadar azdır. Eğer altını üretme maliyeti, değerini geçiyorsa altını yeraltından çıkarmanın anlamı yoktur. Altının para olması halinde altın madeni şirketleri daha fazla altın üreteceklerdir. Dolayısıyla para arzının devamlı arttığı bir mekanizma olacaktır.

Tersten baktığımızda para arzının artması için arka tarafta emek ve alın teri olması gerekir. Keyfe keder para basma olmayacağından devalüasyon tehlikesi de yoktur.

Başka bir nokta; altın tüm insanlığın değeri üzerinde mutabık kaldığı universal bir madendir. Dolayısla kabullenme noktasında sıkıntı yoktur.

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara , oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı..” (Kur’an, 3:14)

Allah herşeyi bir amaçla yaratmıştır, Ibn Haldun’a göre altın ve gümüşün yaratılış amacı da para olarak iş görmesidir.

“Allah iki değerli maden altın ve gümüşü bütün sermaye birikimlerinin değer ölçüsü olarak yaratmıştır. Altın ve gümüş bu dünyada yaşayanların tercihine göre hazine ve mülk olarak kabul ettikleri şeylerdir. Belirli durumlarda diğer varlıklar elde edilse bile, bunlar, nihayetinde altın ve gümüşe sahip olabilmek içindir. Altın ve gümüş haricinde diğer bütün şeyler piyasa dalgalanmasına bağlıdır. Bu ikisi kârın, mülkün ve hazinenin temelidir” (Ibn Haldun, Mukaddime, (1967) s.313.)

Özetle, yukarıdaki önerme para kavramını ve banka kavramını değiştiriyor.

Başka bir yazımızda Altın Para Standartı, Bretton Woods ve Petrol krizinden biraz bahsedelim.

Devamında ise de yukarıdaki önermeyi faiz döngüsü ve Irwing Fisher’in “Quantative Theory of Money” si kapsamında değerlendirelim. Yine Irwing Hoca’nın 1935’lerde söylediği bankalara kaydi para yaratma özelliğinin verilmesini ayağa sıkılan kurşunla eşdeğer tutmasının sebeplerini açıklayalım..

Genel

2008 yılında çalıştığım bankada Basel gereği kredi değerlendirme notlarının hazırlanması için bir danışman firma ile anlaşmış ve ilk toplantımızı gerçekleştirmek için yönetim katında toplanmıştık. Başlanacak büyük ve kapsamlı çalışmaya başarı dilemek için Genel Müdürümüz rahmetli Adnan Büyükdeniz salona girdiğinde hepimiz ayağa kalktık. Büyükdeniz bizleri kısaca selamladıktan sonra sözüne soruyla başladı. – Sizce kredi vermek ilim midir yoksa sanat mı? Hepimiz şok olmuştuk. Yıllarca bu işlere kafa yormuş, doktorasını yapmış bir akademisyenin tam da projenin açılış toplantısında böyle bir soru sorması beni rahatsız etmişti. Kendisi sorduğu sorunu cevabını verdi.

– Ben önceleri kredi vermenin ilim olduğunu zannederdim ama sonraları gördüm ki, bu iş ilim değil sanatmış arkadaşlar…

Büyükdeniz aslında bize şu mesajı vermeye çalışıyordu. Regülatör bu çalışmayı bizden istiyor. Bu çalışmayı yapın ama çok da fazla enerjinizi harcamayın diyordu. Ne demek istediğini 2 yıl sonra okuduğum kitapta anladım. Aşağıdaki yazı Costas Lapavitsas’ın Finansallaşmış Kapitalizm : Kriz ve Finansal Müsadere kitabının 58-63. sayfalarından alınmıştır. Bankalar riski değerlendirmek ve uygun düzeyde sermayeyi ellerinde tutabilmek için kendilerinden borçlananlar hakkında bilgi edinmeye ihtiyaç duyarlar. Ana yolcu iktisat, bankaların niteliksel ve niceliksel şekillerde bilgi edindiklerini kabul eder. İlki, borçlularla düzenli iletişim kurulmasını, kişisel ilişkileri, borçlunun faaliyetlerini yürüttüğü yerin ziyaret edilmesini ve şirket yönetim kuruluna personel yerleştirilmesini içerir. İkincisi ise hem şirketlerle ilgili hem de genel olarak piyasalarla ve ekonomiyle ilgili nicel verilerin analizini içerir. ABD bankaları bilgi edinmek için “yumuşak” ve “ilişkilere dayalı” yöntemlerden uzaklaşarak “katı” istatistiklere dayalı tekniklere yönelmelerine neden oldu. Daha özgül olarak bakıldığında bankalar, ipotek ve tüketici kredileri verirken kredi notu yöntemini benimsediler. Bu yöntem, bireysel bir not belirlemesini sağlayan ve istatiksel açıdan istendiği gibi değiştirilebilecek, gelir , yaş, sahip olunan varlıklar gibi sayısal ve demografik bilgilerin toplandığı “mesafeli” teknikleri kapsar. Bireyin kredi notu ancak belli bir eşik değerin üzerinde olursa kredi açılır. Ayrıca bankalar geçmişteki geri ödenmeme oranlarından faydalanan matematiksel tabanlı modeller kullanarak ellerindeki varlıkların temerrüt riskini tahmin etmeye başladılar. Büyük ölçüde geçmiş eğilimlerden dış değerlendirme yoluyla edilen bu tahminler, verilerin işaret ettiği sınırlar dahilinde stres testlerine tabi tutulur. Benzer şekilde bankalar (tarihsel olarak tahmin edilen) varlık fiyatları ile (hisse sendi piyasası fiyatlarından tahmin edilen) oynaklık arasındaki bağıntılara dayanan Riske Maruz Değer (RMD) yöntemlerini uygulamayı öğrendiler. Bu temel üzerinde bankalar, Riske Maruz Günlük Kazançlarını (RMGK) yani ellerinde tuttukları varlıkların değerinin günlük belli bir değerin altına düşme olasılığını tahmin ederler. Sonuçta RMGK’yı kabul edilebilir sınırlar içine getirmek için varlıklarının karışımını yeniden ayarlayabilirler. Çıkarıma dayalı, hesaplama tekniklerinden yoğun bir şekilde faydalanan risk yönetimi “katı” gibi gözükür ve bilimsellik havası taşır. Çıkarıma dayalı risk yönetimi felaketlere gebeydi. Herşeyden önce bağıntıları hesaplamakta geçmiş fiyatların kullanılması, krizlerin karakteristik özelliği olan fiyatların eşi görülmemiş şekilde birlikte hareket ettiği dönemlerde pek de işe yaramaz. Kriz öncesi dönemlerde bilimsel hava verilerek hesaplanan sermaye rasyoları kriz zamanında tepetaklak olmuştur diğer bir deyişle Basel 2 kriterleri hiç bir işe yaramamıştır. (Lehman Brother’s battığında sermaye yeterlilik oranı %46 idi) Buradan hareketle Basel inandırıcılığını kaybetmiştir. Gelecek dönemlerde kaybettiği itibarı geri kazanabilmek adına ne gibi aksiyonlar alacağını hep birlikte göreceğiz..

Genel

Basel komitesi 1975 yılında çalışmalarına başlamıştır.

Çalışmaların esas itibariyle amacı, bankacılık sektörünü sağlam ve güvenilir bir yapıya kavuşturmaktır. Basel 2 çalışmaları, Basel 1 çalışmalarının yetersiz gelmesi ile birlikte 1999 yılında başlamış ve 2004 yılında son halini almıştır. Farklı 2 noktada yenilik getirilmiştir.

1. Operasyon riski dahil edilmiştir

2. Kredi riski hesaplanmasında kredi riski ağırlıkları yerine kredi derecelendirme yaklaşımı getirilmiştir.

Önceki düzenlemelerde ‘yeterli’ sermaye oranı yeterli görülmekte iken, Basel 2 düzenlemesinde buna ilaveten bankaların maruz kaldıkları riski yöneten bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır.

Riskini iyi yöneten bir banka daha az sermayeye ihtiyaç duyacak, daha yüksek bir kaldıraca sahip olacak ve böylece karlılık oranları yükselecek ve piyasaya güven verecektir.

Basel 2 bankalara konsolide bazda uygulanmıştır. Yani bankayı oluşturan tüm iştiraklerin faaliyetleri de bankanın bilançosu altında konsolide edilmiştir..

Basel 2 temel olarak 3 kısımdan oluşmaktadır.

  1. Minimum sermaye gerekliliği (MSG)
  2. Gözetime dayalı inceleme süreci
  3. Piyasa disiplini

MSG Hesaplaması

Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) kullanılabilir sermayenin risk ağırlıklı aktiflere oranı şeklinde hesaplanmaktadır. Bu oran en az %8 olmalıdır ve tier2 sermaye tier1 sermayenin %100’ü ile sınırlandırılmıştır.

[(Tier1 Sermaye + Tier2 Sermaye + Tier3 Sermaye) / (Risk (Kredi Riski + Piyasa Riski + Operasyon Riski) Ağırlıklı Aktifler)]= 0.08

Tier1 : Ana sermaye (ödenmiş sermaye, dağıtılmamış kar ve yedek akçeler)

Tier2 : Yedekler, yeniden değerleme, kredi karşılıkları, hibrit borç ensttrümanları, sermaye benzeri borç ve piyasa riski için kullanılacak kısa vadeli sermaye benzeri borç kalemleri

Tier3 : Tier1 ve Tier2 sermayenin karışımından oluşan değer

Kredi riskin ölçümünde bankalara 2 metot arasında seçme hakkı verilmiştir.

  1. Harici kredi değerlendirme ile desteklenen standart yaklaşım
  2. Dahili derecelendirme : (internal rating) banka tarafından kullanımı için regülatörün onayı gerekmektedir.

Standart yaklaşım her bir alacak borçlunun kredibilite durumuna göre riskin bir katsayı ile çarpılması ile hesaplanmaktadır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda regülatörden onay alınmak suretiyle %100 olarak risk hesaplanabilir.

Dahili Model Yaklaşımında (IRB) bazı asgari koşullar ve şeffaflık zorunluluklarına bağlı olarak belli bir kredi için gerekli olan sermaye gereksinimlerini kendi risk faktörlerini kullanmak suretiyle hesaplanabilir..

Risk faktörleri;

  1. Probability of Default (PD) Temerrüde düşme olasılığı
  2. Loss Given Default (LGD) Temerrüd halinde zarar
  3. Exposure at Default (EA) Temerrüd halinde maruz kalınan risk
  4. Effective Maturity (M) Efektif vade

IRB yaklaşımı ‘unexpected’ (UE) ve ‘expected’ (E) zarar ölçümlemelerine dayanır.

IRB yaklaşımında farklı iki yöntem bulunmaktadır.

  1. Temel Yaklaşım
  2. Gelişmiş Yaklaşım

Piyasa riskinin ölçümlenmesinde 2 metot kullanılmaktadır;

  1. Standart Metot (*) ve
  2. Dahili Metot

(*) ile piyasa riskinin ölçümü beş aşamada beş farklı riskin etkileri etkileri ölçülerek bunların toplamı şeklinde gösterilmektedir.

  1. Faiz oranı riski
  2. Hisse senedi pozisyon riski
  3. Kur riski
  4. Emtia riski
  5. Obsiyon riski

Operasyon Riskinin Ölçümü

Yetersiz yada başarısız süreçlerden, insanlardan ve sistemlerden yada dış olaylardan kaynaklanan zarar riski olarak tanımlanmaktadır. 3 farklı ölçüm metodu bulunmaktadır:

  1. Temel gösterge (Basic Indicator Approach)
  2. Standart yaklaşım (Standardised Approach)
  3. Gelişmiş ölçüm yaklaşımı (Advanced Measurement Approach)