Bugünkü yazımı geçtiğimiz gün seyrettiğim bir film üzerine yazmak istiyorum. Yazdıklarım filmden anladığım ile eski bir fizikçi olarak kişisel görüşlerimin birleşimidir. Kuantum fiziğinden ilk lisedeyken haberim olmuştu. (80’li yılların sonu, 90’ların başı) Klasik fizik bize, maddelerin iki türlü davranışı (ilerleyişi) olduğunu, birincisinin parçacık ikincisinin ise dalgacık modeli olduğunu ve maddenin bu iki davranıştan bir tanesini sergilediğini söylüyordu. Oysa ki; kuantum fiziği maddenin bu iki davranış şeklini de aynı anda sergileyebileceğini iddia ediyordu. Başlı başına bu olay bile ilgimi çekmeye yetmişti. Bunu ispatlayan çifte yarık deneyini youtube’dan izleyebilirsiniz.
(Youtube’da aynı filmin Türkçe’si var)
Bu deneye göre atom altı düzey bizim bildiğimizden çok farklı bir dünya. Hayal gücümüzü aşan, kendine özgü kuralları olan bir dünya. Örneğin elektronların aynı anda hem parça hem de dalga özelliği göstermesi, aynı anda iki yerden birden geçiyor olması, hele ki; bir gözlemci tarafından izlendiğini farkettiği zaman davranışı değiştirmesi gerçekten çok ilginç. 21. Yüzyıl insan tarihinin görmediği kadar ilerlemelere sahne oldu. Bilgisayarın icadı, cep telefonunun icadı, internetin icadı vb birçok şey son yüzyılda geliştirildi. Cern’de yapılan deneyler bence bundan sonra insanlığı çok farklı yerlere götürecektir. Şu an modern fizik çökmüş durumdadır. Modern fizikte ışıktan hızlı hiçbir şeyin gidemeyeceğini kabul eder ancak son deneyler bunun aslında böyle olmadığı ispat etmiş durumda. Fizikçilerin aklı bugünlerde çok karışık. Gözlemlerinin doğru olduğunu iddia etseler şimdiye kadar bildiklerinin hepsinin yalan olduğunu kabul etmiş olacaklar, diğer taraftan gözlemlerinin doğru olmadığını iddia etseler kendileri ile çelişecekler. Birileri daha gelip baksın, biz yanlış yapmış olabiliriz diye çırpınıp duruyorlar ama yapılan ısrarlı deneyler gözlemlerin doğru olduğunu işaret ediyor. Peki keşfedilen nedir? Çok basit anlatımla ışık hızı aşılmıştır aslında benim anladığıma göre hız diye bir şey yoktur. Bilim adamları dolanıklık (entanglement) diye bir kavramdan bahsediyorlar.
Buna göre şu an elinizin altında olan elektron tanesi titreştirdiğinizde evrenin diğer ucunda bir elektron aynı anda harekete geçiyormuş. Arada kablo, verici vs olmadığı halde!! Bu ne demek biliyor musunuz? Ya enformasyon sonsuz hızda bir yerden bir yere gidiyor yada hala bu ikisi birbirine bağlı. Büyük patlamadan (big bang) beridir… Aslında hepimiz biriz..! Büyük patlamada tek bir parçacıktık ve patlamayla birlikte her birimiz evrenin uçsuz bucaksız köşelerine dağıldık. Dağıldık ama hala geçmişten gelen bağlarımız devam ediyor.
Bence bu son olaylar insanlık tarihini değiştirecek cinsten olaylar. Din adamları ile bilim adamları arasında devam eden kavga bu yüzyılda sona erecek ve bilim adamları Allah’ın varlığını bilimsel! Olarak kabul edecekler. Materyalizm’in sonu gelecek.
İnsan beyni saniyede 400 milyar byte bilgiyi işliyormuş ve biz ancak bunun 2.000’nin farkındaymışız. Peki geriye kalan bilgiler nerde? Şuna benzetiyorum, bilgisayarınızda “windows görev yöneticisini” açtığında arka planda koşan bir sürü program olduğunu görürsünüz, bunlar sistem programlarıdır ve Windows açık olduğu sürece koşarlar diğer taraftan Word, excel, explorer gibi programların koştuğu görürsünüz, bunlar da sizin hissettiklerinizdir. Ben bu geriye kalan 399.998.000 byte bilgiyi sistem programlarına benzetiyorum. İnsanın hayatını devam ettirmesi için gereken bilgiler bunlar. Sonuçta, kalbimiz, midemiz, bağırsaklarımız, gözlerimiz ve diğer duyu organlarımız müthiş bir uyum içinde çalışıyor dolayısıyla bunların merkezi bir yer taraftan kontrol edilmesi gerekmez mi?
Diğer taraftan atom altı düzeyden bahsetmiştik. Hepimizin bildiği gibi maddenin yapı taşı atomlar. Atomlar çekirdek (nötron ve protonlar) ve etrafında dönen elektronlardan oluşuyor. Fizikçiler elektronların çekirdeğin çok uzağında döndüğünü söylüyorlar-örneğin atom çekirdeğini şöyle bir portakal kadar büyütebilseydik elektronlar yaklaşık 30 km ötelerde bir yörüngede dönüyor olacaklardı. Ne kadar büyük bir mesafe değil mi? Bu elektronlar aynı anda 3.000 yerde bulunabiliyorlar ama aslında hiçbir yerdeler. J Devam edelim, atomlar birleşip molekülleri, modeküller birleşip maddeyi oluşturuyorlar. Bir basket topunu yere vurduğunuzda aslında basket topunun atomları hiçbir zaman yerdeki atomlara değmiyor, peki ama yere vuran ne o zaman? Fizikçiler çok şaşkın! Diyorlar ki, aslında bizim görüp hissettiğimizin ötesinde bir uzay var. Aslında basket topu tek bir yerde değil bir çok yerde ama duyu organlarımız bize onun tek bir yerde olduğunu söylüyor. Aslında diyor ki, Quantum uzayında maddeler süper position durumundadır. Aynı anda farklı yerdedir yani. Top aslında nerde diye sormak “5 sayısı evli mi bekar mı” diye bir soru sormaya benzer diyor Prof.David Albert. Şimdi tekrar başa dönecek olursak, hatırlayacaksınız 399.998.000 byte bilgiyi sistem altyapısının işleyişi için gerekli olduğunu söylemiştik demek ki bunların bir kısmı etrafımızı algılamak için kullanıldığını söylüyor. Diğer bir anlatımla insanı bir bilgisayara benzetirsek, bilinç bir işletim sistemi (operating system) vücut ise donanım (hardware) oluyor. Yaşantımız boyunca beynimiz tarafından herşey kaydediliyor. (loglanıyor) Ruh bedenden ayrıldığında ise tüm loglar işletim sistemi ile beraber başka bir yerde tasnif ediliyor.. Ölümden sonra yaptıklarımızdan ötürü mükafat yada cezalandırılmak için.
Aslında bu filmde İslam’daki kader kavramına da dokunduruluyor. Kader kavramı biliyoruz İslam’ın beş şartından biri olmakla birlikte anlamakta en zorluk çektiğimiz bölümdür. Eğer ki, bizim kaderimiz önceden yazılmışsa o zaman ne diye dünyaya tekrar gönderiliyoruz. Sonucu baştan belli olan bir şey gibi. Topu elimden bıraktığımda yere düşmesi gibi, yer olduğu için topu elimden bıraktığı gibi. Dikkatli bir izleyici ne demek istediğimi anlayacaktır.
Entrasan bir bölüm de yapılan 2 küçük elektrik devresi ile ilgili. Dr.William Tiller içinde basit devre olan 2 tane kutu yapıyor. Bunların içinde 1-2 diyot, osilatör, resiztörler ve kapasitörlerden oluşuyor. Birini alümünyum folya ile sarıp topraklanmış bir Faraday kafesine koyuyorlar. Diğerini de etrafında 4 yetkin meditasyoncunun oturduğu masanın üzerine koyuyorlar. Meditasyoncular derin bir transa girerek çevreyi temizliyorlar. Sonra dördünden biri cihaz için düşünülen niyeti söylüyor, niyet bir hedef deneyi etkilemek. Mesela saf suyun pH değerini tam 1 derece arttırmak veya tam 1 derece azaltmaktır. Bu niyet dördü tarafından 15 dakika boyunca tutulup öyle olsun diye bırakılmış. Sonrasında alimünyum kaplı cihaz alınıp paketlenmiş ve 2.000 mil ötedeki Minnesota’daki laboratuvara gönderilmiş. Burada tekrar Faraday kafesine yerleştirilmiş ve 20-30 cm yanına su koyulduğunda suyun pH değerinin baştaki niyete göre değiştiğini görmüşler. Demek ki, ortamda bir simetri varsa, simetri diğerinden etkileniyor hem de Faraday kafesinde olduğu halde etkileniyor (Normal şartlar altında eğer niyet bir elektriksel alan olsaydı, Faraday kafesinde bulunan cihaz bundan etkilenmezdi.) Bunlara niyet kaydeden cihazlar demişler. İnsandaki pH değerinin yarım değer bile oynaması ölmesine sebebiyet veriyormuş.
Diğer bir bölüm ise Japon bilim adamını Dr.Masaru Emoto’nun suyla ilgili yaptığı deneyler ile ilgili. Önce Fujiwara Barajından suyu 5ml’lik kaplara koyuyor ve üzerlerine farklı etiketler yapıştırdığı kapları önce -25 derecede 3 saat donduruyor, sonrasında -5 derecede başka bir yere koyuyor. -5 derecede fotoğraflarını çekiyor. Üzerlerine sevgi ve şükran gibi içine olumlu bilgiler koyulan suyun fotoğrafı harikulade simetrik ve güzel. Ölüm gibi olumsuz şeyler yazılan kaptaki suların fotoğrafları ile gerçekten çok çirkin. Bir insan düşüncesi suya bunu yapabiliyorsa kendisine ne yapamaz diye soruyor. Neticesinde %90’ımız su değil mi? Olumlu duygu ve düşüncelerle bedenimizi ve çevremizi etkileyeceğimiz anlatılıyor. Örneğin rastgele 1 ve 0 üreten bir makineyi açarken bugün daha fazla 1 üreteceksin gibi bir niyetle açıldığında makinenin daha fazla 1 ürettiğini istatiksel açıdan ispatlamışlar, biz buna niyet, dua, amel diyoruz aslında. Adamlar duanın gücünü ispatlamışlar. Yıllar önce okudun Hermann Hesse’nin Demian adlı kitabı aklıma geldi. “İstediğin bir şey olmuyorsa demek ki yeterince istemiyorsun demektir..” Tersten söylersek “ne istediğine dikkat et bir gün gerçek olabilir.. J”
Sonuç olarak bizim anlayamadığımız fakat varlığını bildiğimiz başka boyutlar mevcut.
Bu boyutta bizim hayalimizin ötesinde mucizeler bulunmakta. Yaşadığımız 3 boyutlu dünyada kendimizi biraz zorlarsak dört boyutlu bir evreni hayal edebiliriz. (4.boyut : zaman) Beş ve üzeri boyutların olduğunu belki matematiksel olarak ispatını yapabiliriz ama hayal edemeyiz. Üniversitedeki bir fizik hocam anlamaya çalışmanın çok acı verdiğini en doğrusu öyle olduğunu kabul edip inanmak olduğunu söylemişti.
Allah’ım hepimizi bağışla ve sevdiğin kullarından eyle..